25 Kasım 2009 Çarşamba

Rob TimeOut London Dergisi Röportajı

Londra’yı özlüyor musun?
Evet, çok. Sanki oraya asırlardır gitmemiş gibiyim.
En çok neyi özlüyorsun?Kokusunu özlüyorum. Özellikle Gatwick gibi bir yere ayak bastığında duyduğun kokuyu.
Bu ne tür bir koku?
Rutubet kokusu gibi. Sanırım bu onu tanımlamak için en iyi yol. Ayrıca Londra’daki ışığı da özledim. Vancouver’daki ışığa benziyor. Aslında çok sıkıcı bir ışık, ama buna rağmen Londra’yı umut dolu olmakla eşdeğer tutarım. Gerçekten. Orada hayat çok zorludur, ama insanların halen umutları vardır. Ayrıca eğer bir kız Londra’da güzel görünebiliyor ise, dünyadaki her yerde güzel görünebilir. Açıklaması zor. Bu ışık. Sadece farklıdır. Londra’da arkadaşlığın da farklı olduğunu düşünürüm – eğer Londra’da içten bir insan bulursanız, bu gerçek bir dosttur. Gerçekten orada büyüleyici insanlarla tanışıyorsunuz.
Londra’da nerede yaşadın?
Barnes’ta büyüdüm ama Soho’da yaşadım. Soho’yu çok sevdim. Orada çok güzel dostluklar kurdum. Hatta Barnes’tan bile daha çok. Barlar kapandıktan sonra gideceğiniz yerler vardı, çalışmayan insanlar her gün aynı yerlere gidiyorlar ve Bar Italia’ya takılıyorlardı. Gerçekten çok sevdim.
Londra’da en çok sevdiğin yerler nereler?
French House’un üst katını severim. Gerçekten French House ve Green Park’ı çok severim. Hep oraya giderdim. Benim en sevdiğim parklardan biridir ve St James Meydanındaki Londra Kütüphanesi de var. Orayı da severim. Dünyada orası gibi başka yer yoktur. Oraya gider ve yazmaya çalışırdım. Ama bir labirent gibidir. Orada saatlerce dolaşabilir ve hiç kimseye rastlamayabilirsiniz. Yüzlerce yıllık Yunan kitaplarının Rusça çevirilerini bulabilirsiniz veya altı saat boyunca orada kalıp, sonra birden koridorda birine rastlayabilirsiniz – yani gece orada kalsanız kimse sizi fark etmez.

Hiç yorum yok: